top of page

TRAPTOWN - ULTIMA VEZ

  • Yazarın fotoğrafı: Erman Bostan
    Erman Bostan
  • 21 Ağu 2020
  • 2 dakikada okunur

Kıyamet-sonrası, bozulmuş ve çürümüş bir paralel evrendeyiz. Bir yanda bal ve süte sahip olan, ekranda temsil edilen, iktidar ve onun her şeyi gören gözünün, sıkı kuralların ve labirentimsi bir tuzağın içine hapsolmuşların, Odinese halkının diyarı. Bu siyah beyaz evrende ölüm kol gezerken güç ilişkisinin süregitmesini sağlayan binlerce yıllık bir düzen hüküm sürmektedir. Başkan, bir çeşit denge haline gelen bu düzenin koruyucusu ve kollayıcısı olarak kriz anlarında kartala dönüşebilir; öyle ki kartal gözü, olan biteni tüm çıplaklığıyla, tuzağın kendisini çıkmaz sokaklarıyla görebilsin.


ree

Bu bölünmüş evrenin diğer yüzünde sahnede temsil edilen, dansın, halk şarkılarının, eğlencenin, doğaçlamanın ve isyanın sınırsız olasılık evreni, Mythrisian diyarı var. Bu rengarenk evrende performansçıların bedeni her ne kadar özgürce, kendi akışında hareket etmeye gayret etse de ilahi ve mutlak bir düzenin, tavşanlarla temsil edilen tanrı ve yazgının oyuncağı olarak kısıtlanıp sınırlanıyorlar. Oyun ile mücadele bu sebeple hareketin hep merkezinde. Yine de değişimin gerilimli olasılıklarını tüm koreografi boyunca seyirciye yaşatabiliyorlar.

Nihayetinde, kadim çark dönüyor: ölüleri kendi usulünce gömmek isteyenler iktidara karşı bir isyana girişiyor ve sonunda devrim kendi çocuklarını yiyor. Bir anlamda fazlasıyla klişe görünen bu yapı bizi mitosların evrenine taşıyor aslında; belirsiz bir zaman diliminde, hiçliğin ortasında yaşanan binlerce yıllık bir tekrardan ibaret yalnızlığımız ve ölüm karşısındaki çaresizliğimiz dışında elimizde hiçbir şey bırakmayan oyun, bizi varlığımızın karanlık boşluğuna götürüp bırakıyor. Wim Vandekeybus’un yönetiminde TrapTown, film, müzik, dans ve edebiyat tarafından harmanlanan bir çağdaş masal olarak görülebilir. Arketiplerin, mitolojik anlatı parçalarının ve bilinçaltının sürekli tekrar eden yapıları, soyutlamanın sınırlarına böyle cesurca taşındığında çağımızın güçlü bir alegorisine dönüşebiliyor. Bununla birlikte soyutluğun, fragmanlara bölünmüşlüğün, belirsizliğin karmaşasında anlaşılmama riski de var.

Brighton Festival 2019’daki gösterim The Art Desk’teki bir yazıda ‘’soyutlamayı arayan fakat kendi konseptinde kaybolan, ulaşılamaz ve huzursuz bir performans akşamı’’ olarak tanımlamış ve oyunun ilk yarım saati sonunda seyircilerin salondan çıkmaya başladığı belirtilmiş.

Her büyük yapım gibi seyircileri de ikiye bölen TrapTown’ın bu iki aşırı uçta salınan yorumlarının sebebi elbette kendi içsel karmaşası. Bilinç altı ve bilincin sürekli ve etkin bir karşımı olan imgeler ve oyunlar, ekranın ve soyutlamanın dünyasının yanında ağır basan edebi bölümler, çatışma ve gerilim ile değişim potansiyeli üzerine düşünürken ortaya çıkan kadir-i mutlak tavşanlar, eşitlik, özgürlük, adalet, kapitalizm ve sömürgecilik, ırkçılık ve seksizm, aile ve birey, iktidar ve isyan üzerine karmaşık mesajlar vb.

ree

Yine de oyun bir çok etkileyici ana sahip: yan yana gelemeyen iki dansçının performansıyla açılan oyunun ilerleyen bölümlerinde, trajik sonuna yaklaşan, Başkana isyan eden oğulun ‘’En azından bir adım atmak mümkün olmalı’’ çıkışı, dengeyi ve uyumu bozan çocuğa daha fazla kan döküleceği uyarısında bulunarak ‘’En büyük düşman iyiliğin kendisi’’ diyen Başkan’ın ‘’Ben zamanın kendisiyim’’ kararlılığı, Başkan’ın kartala dönüşümü, sağ ve sol elin bir biriyle mücadele ettiği o sarsıcı tek kişilik performans bunlardan sadece bir kaçı. Oyunda yer yer ortaya çıkan mizah duygusu da (toplarla yapılan oyun gibi) karanlık duygunun bir anlamda dengelenmesini sağlıyor (testis esprisi hariç). Seyirci etkileşimi için oyunun zorlandığı bölümlerin de gereksiz durduğu söylenebilir, kaba bir tat bırakıyorlar.

Oyunun belki de en kusursuz yanı müzikleri. Elektronik müziğin karanlık ve atmosferik tınılarından, folka, blues ve soul ezgilerinden Trixie Whitley’nin duru vokaline uzanan bir çeşitlilikte oyunun ruhunu besleyen başarılı bir müzik kullanımından bahsedebiliriz.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page